9 Ağustos 2013

Göğe Bakma Terminali

Hepinize bol gecikmeli merhabalar ve iyi tatiller, izninizle hikayeye başlamadan önce ufak bir hatırlatma yapacağım. Öncelikle geçen yazıdan bu yana yollanan 9 adet(!) muhteşem resim için teşekkürler, ilginiz beni çok sevindirdi. Artarak devam etmesini diliyor ve tekrar ediyorum, Instagram’da #artmaykill etiketiyle yolladığınız fotoğraflardan ilhamla hikayeler yazıyor, hikayeyle birlikte resimleri yayınlıyorum. Yapmayın ama, bu güzel bir şey.

   

Sabahın ilk ışıklarıyla, üstüm başım çamur içinde uyandım.  Yüzükoyun uzanmıştım, neredeyse hiç kıpırdamamışım. Toprak çok serin, çok güzel kokuyor. Başımı kaldırıp mezar taşını görünce keyifle gülümsedim ve bir kez daha gözlerim doldu. Dokuz yıl sonra ilk kez sızmadım ben, uyudum. İlk kez kalbim sıcaktı. İlk kez çaresiz değildim. Çare buldum, çıkar yol buldum. Dokuz yıl sonra seni buldum.

Toprağına tekrar sarıldım. Nasıl belli burada olduğun... Öptüm toprağının yanağını, ağzıma sen tadı geldi. Bunca zaman sana dokunmanın bir yolu olduğunu bilebilseydim... Seni öpmenin... Neyse önemli değil. Şu an önemli değil. Her şeyi unutmaya hazırım.

Yapabildiğim kadar sağıma soluma bakınarak mezarlıktan çıktım. Gerçi kimsenin bana bu ne hal demeye cesaret edebileceğini sanmıyorum. Delilik sevinci var yüzümde, üstümde de çamur. Yine de kendimi arabaya attığımda rahatladım.

Kaldığım otele döndüm sonra. Lobideki sivilceli çocuk “ne oldu beyefendi, yardıma ihtiyacınız var mı?” dedi. Pas vermeden “arabam çamura saplandı” dedim, “ben de düştüm iterken, önemli bir şey değil”. Kaşlarımı böyle çatmasam daha lafa tutacaktı beni. Anahtarları teslim ederken,  söylediklerime inanmamış gibi baktı. Ama yapabileceği bir şey yok.

Asansöre binerken aynada kendimi gördüm. Oldukça iyi görünüyordum. Saçımda, bir günlük sakalımda, beyaz gömleğimde, annemin işe başlama hediyesi kravatımda topak topak çamur vardı Ama gülümsüyordum. O kadar ki gülümserken yanağımda kuruyan çamuru çatlattım.

Odaya girince hemen soyundum. Yüzümü ve kollarımı yıkadım. Sonra da çırılçıplak girdim yatağa.

İşte bu son kez ağlayarak uyuyuşum. Ve o günü son kez rüyamda görüşüm.

On yedi yaşındaydık ve belediye otobüsündeydik. Terminale gidiyorduk, göğe bakmaya. Yan yana oturuyor, el ele tutuşuyorduk. Ben başımı senin omzuna koymuştum. Kalbim varlığının sevinciyle sıkışıyordu. Günlerden cumaydı. Öğleden sonra okulu kırmıştık.

Bir önceki gece bana “Sen niye hiç romantik değilsin? Şiir falan okumayacak mısın hiç bana?” diye yalandan sitem ettin. Ben de sana ilk kez bir şiir gönderdim:

ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım
falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım
senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım

çok güzel. şu an göğe bakmaya çalışıyorum
ben de
seninle aynı göğe bakmak çok güzel
bir de küçük elini tutabilsem

Ertesi gün, evci listeleri dolaşırken, cuma akşamı için kendimi evci yazdırmamı istemiştin. Bir sürprizin vardı. Bütün sorularımı “Hadi ama nazlanma, ikimiz birden sevinebiliriz.” diye geçiştirdin, yeni öğrendiği kelimeyi cümle içinde kullanan çocuk bilmişliğiyle. Senin neşene, gülüşüne, heyecanına hayır demek imkansızdı. Böylece okulu arkamızda bıraktık. Heyecanın öyle büyüktü ki, biz çıktığımızda son iki ders hala okuldaydı.
Akşama kadar neler yaptığımızı pek hatırlamıyorum. Bir şeyler yedik, belki bir film izledik, tavla oynadık, sen soda içtin, belki kavga bile ettik artık nedense...

Ama işte nihayetinde on yedi yaşındaydık ve belediye otobüsündeydik. Terminale gidiyorduk, göğe bakmaya.

Bütün geceyi geçirebileceğimiz, kalabalık, dikkat çekmeyecek bir yer ararken aklına gelmişti terminal. Otobüs bekleyen sıradan yolcular olarak bütün gece yan yana oturabilecek, sigara içecek, göğe bakacaktık. “Küçük elimle elini de tutarım” dedin. “Sabah da erkenden yurdumuza döner uyuruz, böyle tatlı yorgunluğu nereden bulacağız bir daha.”

Hayatımın en eğlenceli gecesini geçiriyordum. Bir kız ve bir erkeğin birlikte bir gece geçirmesinin, etraflarında yüzlerce insan varken, demir bankların üstünde otururlarken bile bu kadar özel olabilmesi hayret verici. Şakalaşmaların ve gülüşmelerin arasında, bir ara başımı dizine koydum yorgunlukla. Kıvrılıp kepçeleşen kulağımı elinle düzelttin. Biraz da saçlarımı sevdin. O ara yüzüne mavili kırmızılı bir ışık düştü.  Yandı söndü. Az ilerideki jandarma karakolunun aracı geçti yanımızdan.

Bir YTL tutarında işeyip geldim terminalin tuvaletine. Döndüğümde yanında iki jandarma eri vardı. Ben de yanaştım korku içinde. Kimliklerimizi sordular, bizi öyle “kucak kucağa” görünce, bir de küçük olduğumuza kanaat getirince kaçıyoruz sanmışlar. Çok oluyormuş böyle vakalar. Benim yanımda kimliğim yoktu, nutkum tutulmuştu. Sen kendi kimliğini gösterdin sakince, yatılı bir lisede okuduğumuzu, memleketine gitmeye çalıştığını, benim de seni yolcu etmeye geldiğimi söyledin. Anlamış gibi görünüyorlardı. Benim kimliğimin olmamasının sorun olacağını söylediler. Erlerden sarışın, yanık yüzlü olanı, kara kuru olana “Sen oğlanı okuluna götür, saat geç oldu” dedi. “Ben de kızı otobüse bindireyim.” Öylece ayrıldık seninle.

Sonrasında olanları onun ağzından dinledim. O seni komutanına götüreceğini söylemiş. Çaresiz peşine düşmüşsün. Otoparkın yanından dolaştırırken, kapısı kilitsiz duran, beyaz, hurda minibüse bindirmiş seni. Çok korkmuşsun. “Param var abi, paramı al, al hepsini” demişsin. “Bizim de paramız var Allah'a şükür dedim” dedi o geceyle aynı olduğunu tahmin ettiğim tavırla. “Ama asker adamın başka ihtiyaçları olur.” Sonra sen ağlamaya başlamışsın. “O oğlan için mi ağlıyorsun” demiş, “seni sevse bırakmazdı burda.” Sonra sen ona vurmuşsun. Tokat atmışsın. O da sana vurmuş.

“Saçını tuttum” dedi “başını cama vurdum”. “Sonra vurdum, vurdum epey bi vurdum. Bunun burnundan kan geldi. Ben bunu bıraktım.. Kapıdan çıkmaya çalıştı. Ayaklarına yapıştım yere düştü. Ellerini tuttum, üstüne çıktım. Bağırmaya başladı. Ben de ağzını kapattım, ağzını kapatınca eli boşta kaldı. O ara tüfeği aldı işte. Beni mi vuracaktı, kaza mı oldu bilmiyorum. Yoksa kendini mi, bilmiyorum... Çenesinin altından vurdu yani kurşun”

Başını bile önüne eğmeden bunları söyledi.

Ben çok düşündüm sonra, seni bırakmasaydım dedim, işemeye gitmeseydim dedim, o şiiri değil de başka bir şiir gönderseydim dedim. Göğe bakmayan bir şiir... Evde oturan bir şiir mesela... Okuluna giden, dersini çalışan bir şiir... Neden seni aldım, o sunturlu yere götürdüm dedim, götürmeseydim dedim.. Hatta seni tanımamış olmak bile geçti aklımdan ama onu demedim, diyemedim.

Geçsin diye de bekledim. Dokuz yıl bekledim. Her gün, her geceyi geçsin diye bekledim. Okulu bitsin diye bekledim. Tabağımdaki yemeği bitsin diye bekledim. İkisini de aynı bekledim. Lokmalar büyüse de yemekler bitti. Acı geçmese de dokuz yıl geçti.

İşte hava karardı. Yeniden mezarının başındayım. Affet beni. O gün gittiğim için değil, yıllarca gelmediğim için affet. Burada böyle çamuruna yatmadan, Tanrı'nın ikimizi iki koluna alıp sallayacağını bilemediğim için affet. Bir daha hiç mutlu olamayacağız sandığım için... İşte bu yer, beğendiğin yer, beğendiğin yer dönemeyeceğimiz değil, dönmeyeceğimiz bir yer. Ne yaptığını gözümle görmeden anlayamadığım için affet.


Söyleyeceğim her şeyi söyledikten sonra çenemin altından vurdu kurşun. Sizler için Çoban Yıldızı çaldı, epey üzüldünüz tabi. Biz ikimiz birden göğe bakmadan sevindik. Bizim o eski zaman gözlerimiz çünkü, artık yıldız gibi.



M.B.O.



6 yorum:

  1. Son zamanlarda okuduğum en güzel yazılardan birisi.
    Özellikle hikayedeki gelişleri çok leziz buldum.

    YanıtlaSil
  2. Çok etkileyici.

    YanıtlaSil
  3. ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM, YAZDIKLARINIZIN YAZMAMA PAYI TARTIŞILAMAZ.

    YanıtlaSil
  4. seni çok beğeniyor ve takdir ediyorum. her kalemden böyle sürükleyici yazı çıkmaz. eline sağlık.

    YanıtlaSil
  5. oncelikle soylemek gerekirse senin oldugunu bilmeden bakmistim ben buraya:)ama bunu okumamistim.
    simdi yorumuma gececem. cok afili bi sey bekleme.
    aklima ne gelirse yazacam sana su an. hikayenin siirden sonrasi daha akici. gercekci diyalog aktarimi bunun sebebi bence. ben de ozellikle gercekci yaziyi seviyorum ama gerceklige ulasmam icin biraz daha ayrinti istiyorum yazida. gercege dair, hislere dair biraz daha ayrinti.
    mezarlik filan diyorsun camur diyorsun ama beklemiyoruz boyle bir sey olacagini. gercekte de yakistiramiyoruz cunku boyle bir sonu, hikayede nasil yakistiralim mutlu sonlara alistirilmisken. hikayecilige dair pek bir sey bilmiyorum ama istedigim her saniyeyi canlandirabilmek gozumde, mimiklere kadar. hayal gucume yazar yardimci olur. simdi sen zaten sonunda bizi uzuyorsun etkiliyorsun, bazi noktalarda belki biraz daha bu ayrintilarin uzerine gidebilir, hikayenin geneline yayabilirsin, etkisini katlar diye dusunuyorum tamamen hikayenin icine girmemizi saglayacagi icin.
    ve ellerine saglik guzel olmus, bu kadar sey yazmamin sebebi begenip nasil daha guzel olabilir sorusunu sormus olmam :) nice hikayelere o zaman. ben de yayayim sunu biraz :)

    YanıtlaSil
  6. BEĞENİ, ELEŞTİRİ AMA EN ÇOK DA İLGİ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUM. SÖYLENENLERİN HER KELİMESİNİ DİKKATE ALACAĞIMDAN ŞÜPHENİZ OLMASIN. OKUNMAK ÇOK GÜZEL :,)

    YanıtlaSil

.