31 Ağustos 2013

Aşık Olunacak Adam: John Mayer

Uzun zamandır yazmak istediğim isim John Mayer. Biliyorum kendisi indie değil ama John Mayer dinleyip de onun hakkında yazmamak olmazdı. Çünkü kendisi inanılmaz bir müzisyen bana kalırsa. Her albümünü büyük zevkle dinliyor, bir dinlemeye başladım mı haftalarca John Mayer'siz günüm geçmiyor. Hazır kendisi yeni albümü “Paradise Valley”i çıkarmışken; ben de boş durmadım hem yeni albümünü hem de John Mayer aşkımı aktarabileceğim bir yazı yazmaya karar verdim.


Öncelikle kısaca John Mayer'den bahsedeyim. Bu kadife sesli Amerikalı sanatçı 1977 doğumlu. (Yani benden tam anlamıyla 15 yaş büyük, ama aşk yaş falan dinlemez tabii) 2001'de çıkardığı ilk albümü Room for Squares'ten itibaren 6 albümü bulunmakta. 7 tane de Grammy albümü var John'un. Son yıllarda Grammy ödüllerinde adaylıkla yetinse bile şimdiye kadar aldığı Grammy'ler bence yeterli. Özel hayatıyla da gündemden çoğu zaman düşmüyor; Jennifer Aniston, Jessica Simpson ile çıktığı zamanları var. Öyle ki üstte 15 yaşın muhabbetini yaptım; John Mayer'in isminin Taylor Swift ile anıldığı bile oldu. Şimdilerde ise kendisi ünlü popçu Katy Perry ile beraber. Bir ara ayrıldılar ama şimdi yine beraberler. İkisinin de yeni albümlerinin de çıkışı, bayağı da başarılı olmaları aşkın iki ünlüye de yaradığını göstermiyor değil.

29 Ağustos 2013

VMA 2013 Kostüm Savaşları

Son yıllarda yapılan, müzikten çok performansın önem kazandığı müzik sektörünün en önemli gecelerinden biri: VMA.

iTunes liste savaşlarının bir başka ayağı, birçok sanatçının geri dönüş sahnesi, kim düşüşte kim yükseliyor sorularının cevaplarını barındıran gece, ödülleriyle olduğu kadar performanslarıyla da konuşuluyor.

Siz gecenin müzikal incelemesine buradan, kırmızı halıya da birçok başka yerden ulaşabilirken, gelin bakalım bu yıl kim, performansında ne, hatta neler giymiş?

Lady Gaga


Uzun bir tur, bir kalça ameliyatı ve oldukça baskının ardından Lady Gaga, yeni teklisi Applause ile VMA 2013’ün açılışını yaptı. Klibinde de benzer şekilde müzik hayatının dönemlerini ele alan Gaga, önce beyaz kare bir kep ve The Born This Way Ball - Bloody Mary performansındakine oldukça benzer, büyük beyaz bir pelerinle sahneye çıktı. Daha sonra klibinde de kullandığı, siyah, vücudu saran kostümü, kostümünü tamamlayan siyah başlığı ile göz alıcı bir sadelik yakaladı.

28 Ağustos 2013

Mtv VMA 2013


Uzun zamandır merakla beklenen Mtv Video Müzik Ödülleri, pazar günü gerçekleşen tören ile sahiplerini buldu.

2000’li yılların başında, adaylıklar açıklanır açıklanmaz hemen kendi kazanan listemi yapardım. Ardından teker teker açıklanan, ödül gecesinde performans sergileyecek isimleri duydukça heyecanım katlanır ve sonunda baş edilemez bir hal alırdı. Fakat yıllar geçtikçe ve müzik sektörüne hayran grupları hükmetmeye başladıkça, Video Müzik Ödülleri benim için “insanlar ne giymiş?”, “kim, ne performans sergilemiş?” gibi konulardan öteye gidememeye başladı.

Son 2-3 yıldır inanılmaz derecede hayal kırıklığı yaratan Video Müzik Ödülleri, bu yıl, uzun zamandır oluşturamadığı sağlam kadroyu oluşturarak dikkatimi çekmeyi başardı. Gecede performans sergilemek üzere açıklanan ilk isim Lady Gaga’ydı ve yeni şarkısı Applause’u ilk kez canlı olarak seslendirecekti. Ardından gelen, Katy Perry de Roar şarkısını ilk kez seslendirecek haberi ile 2000’li yıllardaki merakım bana göz kırpmaya başladı. Daha sonra adaylıklar açıklandı ve bazı kategoriler gerçekten içinden çıkılamayacak durumdaydı. Son dönemde hemen hemen her yerde çalan Blurred Lines, Miley Cyrus’a altın yıllarını yaşatan We Can’t Stop, 7 yıl aradan sonra müziğe geri dönen Justin Timberlake, neredeyse adaylıklara hükmediyordu. Mtv bununla da yetinmedi. Öödül töreninden 3-4 gün önce yayınlanan “Justin Timberlake, sahneye NSYNC ile geri dönüyor.” haberi ile bir anda herkes Video Müzik Ödüllerini konuşmaya başladı.
Not: Gecenin moda detaylarını, moda yazarımız Bmigo’ya bırakıp hemen gecede neler olduğuna geçiyorum.

Türkiye saati ile saatler 04.00’ü gösterdiğinde, ödül töreni beyaz bir çerçevenin içinde Lady Gaga ile başladı. Applause şarkısını ilk kez performans edecek olan Lady Gaga oldukça fazla çalışmıştı ve bunun meyvesini de yemeye hazırdı. Born This Way albümü ile düşüşe geçtiği düşünülen ve kalça ameliyatından sonra ne yapacağı merak edilen Lady Gaga, eskisinden daha da güçlü ve hazır olduğunu herkese göstermiş oldu. Performansın ilk saniyeleri bana göre gecenin en büyük anlarından biriydi. Gaga’nın bu geceye özel yazdığı sözler, oldukça başarılı vokal ile birleşince heyecan bir anda hat safhaya çıktı. Dört dakikalık performansta 4 albümünün görünümüne giren Lady Gaga, oldukça zorlu Applause koreografisini de hatasız sergiledi. Tüm kariyerini özetleyen performansının Born This Way dönemini anlatan kısmında, seyircilerin onu yuhaladığı ses efekti ile de sağlam bir gönderme yapmayı başardı. Performansa genel olarak Lady Gaga’nın perukları ve bikinisi damga vursa da benim için The Fame dönemindeki Lady Gaga’yı görmek unutulmazdı.


27 Ağustos 2013

Maison Francis Kurkdjian Absolue pour le Soir: Şehirli Orman Kaçkını


Asırlar önce hayvanların etinden, sütünden, derisinden ve kürkünden faydalanmayı akıl etmiş insanoğlu, kokularından istifade etmeyi de öğrendi. Bitkisel kökenli maddelerden yasemin, günlük ve sandal ağacını; geyikten elde edilen misk, balina ürünü gri amber ve kedi salgısı sivet ile eşleştirip en ilkel ve belki de duygusal açıdan en kuvvetli duyusunu şımarttı.

Yeni milenyuma yaklaşırken artan politik entelektüelizasyon ve farkındalık sonucunda hayvanlara karşı şiddeti durdurma ve hayvan hakları konularında atılan adımlar, bazı hayvanların soylarının tükenme tehlikesi altında olması ve üstüne de bu materyallerin yüksek fiyatı; parfümeride hayvan orijinli birçok ham maddenin kullanımını neredeyse imkânsız kıldı. Efemeral rayihalar ile insan cildi arasında bir köprü kuran ve Fransız grand parfums için vazgeçilmez konumdaki bu maddelerin ikamesinde laboratuarlarda doğmuş sentetik moleküller yahut nebati alternatifler kullanılır hâle geldi. Oldukça versatil ve esnek olan hayvansal notalar nice parfümörü baştan çıkardı, şaşırtıcı ve dramatik parfümlere fikir verdi. Francis Kurkdjian da bu vagona katılarak hayli mizahi—en azından benim için—ve mütecasir hayvansı bir kompozisyon olan Absolue pour le Soir’a imza attı.

25 Ağustos 2013

Çavdar Tarlasında Bir Leydi

Hava çok sıcak, havuz da yanı başımda… O anda telefonum çaldı ve uzun zamandır görmediğim ve çok özlediğim arkadaşım Mak.’tan bir mesaj: “I’m back in town! Bitch!

Ben de hemen elimde ne varsa bıraktım ve Mak. ile buluşmaya gittim. Moda fakiri bir şehrin moda fakiri sokaklarında yürürken, karşıdan gördüğüm Mak. özensiz, uğraşılmamış ancak bir o kadar da doğal ve güçlü günlük stiliyle hemen dikkatimi çekti.

Bir süre oturup sevgili editörümüzü çekiştirdikten sonra ikimiz de bu haftaki yazılarımızla ilgili söylenmeye başladık. O sırada aklıma geldi. Neden olmasın ki? Uzun zamandır yazmayı istediğim “yaz stili” yazısı için Mak biçilmiş kaftandı. Hemen Mak’a yarın havuz başında bir çekim yapacağımızı ve en iyi kombinlerini yanında getirmesini söyledim. 

Elbisemi Bershka’dan almıştım. Yaz aylarında her ortamda giydiğim bir elbise. Gece dışarı çıkarken de üzerine ince bir ceketle giymeyi tercih edebilirim.

22 Ağustos 2013

Albüm İncelemesi: The Civil Wars - The Civil Wars

İşte benim için bu ayın en heyecanlı yazısı. Aslında 2 yıldır ama tarafımdansa 1 yıldır beklenen albüm nihayet geldi. Ve en sonunda yeni albümüyle bu haftaki konuğumuz 3 Grammy, 1 ASCAP, 1 AMA ödüllü Country-Folk Duo'su The Civil Wars.

Güzellik ve sevimliliğe bir de berrak sesini ekleyen Joy Williams ile mükemmel sesin dalgalı saç-sakalla buluştuğu takım elbiseli adam John Paul White'ın 2008 yılında bir şarkı sözü yazı seansında tanışmasıyla başladı The Civil Wars'ın hikayesi. Herkes onları bir klasik Leonard Cohen şarkısı “Dance Me To The End of Love”a yaptıkları inanılmaz akustik cover'larıyla tanımış olabilir. Bense onları “Poison & Wine” ile tanıdım. İyi ki de tanıdım. Zaten country-folk müziğin hayranıyım; bu çifti dinledikçe de bir kat daha sevgim artıyor bu müzik genre'sine.


  (Şu güzelliklere bakar mısın sayın Indie May Kill okuyucuları?!)

19 Ağustos 2013

Raskolyevski

Onunla uzun süreden beri tanışmak istiyordum ama tanışamamıştım bir türlü. Neden ilgimi çekiyordu bu kadar, onda beni çeken neydi hiç bilmiyorum. Tanışmıyorduk, tanışamıyorduk. Onu tanıma isteğim sadece bir meraktı. Uzaktan gördükçe, hareketleriyle, mimikleriyle kendini belli ediyordu sadece. Sessizdi, mağrur yüzünde görmüş geçirmiş, olgun bir ifade vardı, kendine güvendiğini belli eder gibi yürüyordu ama içten içe korkak bir çocuk kadar hassas mizaçlı olduğunu anlıyordunuz. Sakince kafasını çevirip bulunduğum tarafa baktığında, meraklı gözlerimle karşılaşıp şaşırmıştı o gün. Sanırım bu zamana kadar kimse onunla iletişim kurmaya çalışmamıştı. Hiç iletişim kurmadığını söyleyemem. Arkadaşları vardı, o da herkes gibi yeri geldi mi gülüp eğlenen, yeri geldi mi ciddileşen sıradan bir insandı işte. Yine de etrafına bir yalnızlık hissi yaydığını söyleyebilirim. Bunu sezebiliyordum. Yalnız kalmak için, bir ipek böceğinin kozasını örmesi gibi ördüğü duvarı yıkmaya çalışıyormuş gibi hissedip utanmış, kafamı derhal yere indirmiştim. Kısa bir süre sonra onun tarafından, bana doğru gelen karartının varlığıyla, utancım daha da arttı. Acaba gelen o muydu? Eyvah! Rahatsız olmuştu bakışlarımdan! Kafamı kaldırmaya korkup, kucağımda kendine yer edinmiş olan Suç ve Ceza’nın “Raskolnikov’un histerik krize girdiği anları” okumaya başladım; fakat nafile, okuduğum hiçbir şeyi anlamıyordum. Karartı gittikçe yaklaşıyordu, o yaklaştıkça benim telaşım da artmaya devam ediyordu. Kalkıp hiç o tarafa bakmadan gitmekle, oturup bu anla yüzleşmek arasında kalmıştım. Gelen o ise, rahatsız olduğu için gelmesi muhtemeldi. Meraklı bakışlarım onu rahatsız etmiş olacaktı. Kalbim göğüs kafesimden fırlayıp, karşı masada yemek yiyip gülüşen arkadaş grubunun masasının tam ortasına kadar uçmak üzereydi.  

Karartı kuzeydoğu tarafımda durdu ve yumuşak bir ses bana “Oturabilir miyim acaba?” sorusunu sordu. Kafamı korkakça yukarı kaldırırken beynim tamamen durmuştu. Fizyolojik olarak bu mümkün mü bilmiyorum ama beynimin enerjisini telepatik güçlerle kalbime gönderip 5 saniyeliğine durduğuna yemin edebilirim. Kalbimse aldığı enerjiyle adeta yardırarak çılgıncasına çarpıyordu. Bu heyecana daha fazla dayanamayarak ona henüz bakmamışken, “Tabii, buyurun.” dedikten sonra onunla göz göze geldim. Okul dışında yeni tanıştığım insanlarla sizli bizli konuşma huyum bir yana, henüz onu tanımıyorken ona duyduğum saygı nedeniyle ona “siz” şekline hitap etmiştim. Gözleri gülüyordu; hatta kahkaha seslerini bile duyabiliyordum. Bana bakıp “Ne güzel kızmış lan!” diyorlardı, duyuyordum. Biliyordum o benim içimi görmüştü, beynimi, kalbimi. Yavaşça sandalyeyi çekip tam karşıma sakince oturdu. Daha önce fark etmediğim elindeki  iki bardak çaydan birini benim önüme koydu ve cebinden çıkardığı, daha önce adını hiç duymadığım bir paket çikolatayı açıp masanın ortasına bıraktı.  Çikolatanın üzerinde Rus harfleriyle yazılmış bir yazı vardı. “Allah Allah nereden almış ki bunu? diye düşündüm. İlginçti. O sırada benim bakışlarımdaki meraka inat, gözlerinden öz güven akıyordu. Yalnızlık duvarının daha önce hiç görmediğim bir yerindeki kapısını açmış ve o an beni içeri buyur etmişti. Ve o anda konuşmaya başladı:

14 Ağustos 2013

Lady Gaga - Applause

Kadıköy’den bildiriyorum:  “Lady Gaga is back!”

Son zamanlarda pop müzik dünyası oldukça durgun günler geçiriyor. Belirli şarkılar/şarkıcılar müzik dünyasının kapısını kapattılar, kapıyı çalan çok fakat kapı bir türlü açılmıyor. Blurred Lines son yılların en hit şarkısı olma yolundayken, Miley Cyrus yeni imajı ve “twerk” dansı ile zirvesini yaşıyor. Örnek vermek gerekirse; 7 yıllık aradan sonra müziğe geri dönen Justin Timberlake bile ancak kapının deliğinden içeri bakabiliyor. Pop müziğin son zamanlardaki durgunluğunun sebebi de şarkıcıların genel olarak kendilerini nadasa bırakmış olmaları. Madonna, Rihanna, Britney Spears, Adele gibi dünya starları şu aralar sessizliklerini korurken Lady Gaga ve Katy Perry bu duruma bir son verdi ve uzun zamandır hazırlandıkları albümlerinin çıkış şarkılarını yayımladılar.

Konumuz Lady Gaga fakat son bir haftadır “Lady Gaga vs. Katy Perry” konusu o kadar gündemde ki Katy Perry’e değinmeden geçemeyeceğim. Katy Perry’nin Roar şarkısı oldukça basit fakat insanı hemen yakalayan tarzda. İlk 10 saniyeden sonra, şarkının adının yardımıyla birlikte şarkının nasıl bir etki yaratacağını anlıyor insan. Tahmin edilebilir sözler, kolay yakalanan kafiyeler, kafada canlanan bir imaj ile bezenmiş şarkı, radyo dostu olduğu su götürmez olan eğlenceli bir pop şarkısı. Tabii ki bir Hot’n Cold, Teenage Dream , Firework değil. Bunun sebebi biraz da abartılmış reklamdan kaynaklanıyor. Albüm öncesi “Peruklarımı yaktım, Katy’nin olgun ve karanlık tarafı geliyor.” tadında yaptığı açıklamalardan dolayı herkes oldukça farklı bir şarkı bekliyordu. Maalesef şarkı Teenage Dream albümündeki konseptten çok da uzak değil. Maalesef diyorum çünkü Katy, bizi buna hazırlamadı yoksa Teenage Dream dönemi Katy Perry’e altın yıllarını yaşattı.


Şarkı ile ilgili ilginç bir konu daha var. Roar’un Sara Bareilles’in Brave şarkısına aşırı derecede benzemesi. Yazılanları ilk gördüğümde “insanlar yine abartıyordur.” deyip geçecektim fakat Brave şarkısını açıp dinleyince şaşkınlığımı gizleyemeyip “acaba şaka mı?” diye düşünmekten kendimi alamadım. Ayrıca, Roar şarkısı bana Alicia Keys’in Girl on Fire’ını da hatırlatıyor.

Applause

Uzun zamandır sessizliğini koruyan Lady Gaga, sonunda sevenleriyle buluştu. Yazının başında Lady Gaga geri döndü dememin sebebi Gaga’nın ciddi bir operasyon geçirmiş olması. Born This Way turnesinin bitmesine daha 20 konser varken, kalça sakatlığından dolayı turnesini iptal etmek zorunda kalan Gaga, kalçasından ameliyat oldu ve bu süreçte basından oldukça uzak kalarak çok doğru bir seçim yaptı. Geçirdiği bu zorlu sürecin yeni albümü Artpop’a ilham kaynağı olduğunu söyleyen Gaga, tekrar sahneye dönmek için sabırsızlandığını da her fırsatta sözlerine ekledi.

Lady Gaga önce şarkısının adını duyurdu: Applause. Şarkının adı kulağa ilk başta biraz ego, şan, şöhret ile ilgili gelse de sözler yavaş yavaş yayımlandıkça konsept de ortaya çıkmaya başladı. Ardından Gaga, Twitter hesabı üzerinden şarkının sözlerini paylaşmaya başladı. İlk olarak “If only fame had an IV / Baby could I bear being away from you / I found the vein put it in here” ardından da “Give me that thing that I love / Put your hands up make 'em touch / A-P-P-L-A-U-S-E” sözleri gelince heyecan seviyesi bir kat daha arttı.


12 Ağustos 2013

Büyülü Bir Çocukluk Hatırası: Harry Potter

Bayramları seviyorum. En çok da Ramazan Bayramı’nı. Deli gibi seviyorum hem de. Çünkü bol bol şeker, çikolata ve baklavayla geçen kalori bombası, eğlenceli, şenlikli bayramdır Ramazan Bayramı. Çünkü ben bir oburum. Obur mobur bayramı seviyorum. Öncelikle de İYİ BAYRAMLAR demek istiyorum sizlere. Sonra da sizlere bir çocukluk geleneğimden, ritüelimden bahsetmek istiyorum. Harry Potter’dan. Let the magical trip begin!

Harry Potter’ın Miço’ya kapak olduğu yıllar. İlk çıkmaya başladığı zamanlarda gazetenin yanında verilen ve kapağında aptal 3 çocuğun olduğu ince dergi. Namı diyar Miço. Aptal diyorum,  çünkü o zamanlar tanımıyordum ve “Çocuk çirkinmiş, kız da kabarık saçlı, diğeri zaten kızıl.” Şeklinde “9 yaşında ne kadar sığ olunur?” temalı çalışmamı yürütmekteydim. O yıllarda pirenses gibi olduğum için bana göre çirkindiler, ne yalan söyliyim. Ergenlik denen “horror story” daha beni vurmamıştı, çocuktum, sarı saçlarımı annem okula gitmediği günler iki yandan toplar beni adeta küçük bir “Şeker kız Candy” gibi süslerdi. Dize kadar beyaz çoraplarım, üzerinde danteller olan yakam ve mavi önlüğüm. Güzeldim lan! Neyse işte, babamın aldığı Miço’yu okula götürdüm resimlerine bakmak için. Sonra baktıkça “Harry denen çocuk” ilgimi çekmeye başladı. Bi kere gözlük ona entelektüel bir hava katıyordu, turuncu-kırmızı kravatı ve gömlek-kazak ikilisiyle efendilikten ölüyordu. Düzgün giyimine inat dağınık saçlarıyla gözümde “serseri ama zeki çocuk ehe” imajı çiziyor ve beni etkiliyordu. O dönemler hovardaydım, ama bir icraatım yoktu, 9 yaşında ne kadar hovarda olunursa işte. Haftalarca aynı dergiyi okula götürdüğümü hatırlıyorum, çantamın içinde yırtılmaya başlamıştı bile, zaten saman kağıttandı o dönemlerdeki Miço.

10 Ağustos 2013

Bir Efsane İstanbul'dan Geçti: Roger Waters

Tüm dünyanın, müzikle ilgisi olmayan insanların bile tanıdığı müzisyenler vardır. Mesela herkes Michael Jackson'ı tanır ya da Queen'i. Pink Floyd da bunların en başında gelenlerden biridir. Ergenlikle beraber başlayan asilik çağının olmazsa olmazlarındandır “Another Brick in the Wall” mesela. Ya da aranızda 'Due Date' filmini izleyen varsa otla kafayı bulan kahramanlarımızın dinlediği “Hey You” parçasına herkes aşinadır. Ya da olabilecek en iyi balladlardan biridir “Wish You Were Here” -özellikle o gitar introsu, Allah'ım kulaklarımdan hiç gitmeyen melodidir resmen- İşte Roger Waters bu güzel şarkıların kulaklarımızda çınlamasının en önemli faktörlerinden biri. Düşünün ki bu adam ve arkadaşları Pink Floyd olarak ilk albümlerini 1967'de yapıyorlar ve şu an buluğ çağındaki gençler de dahil olmak üzere tüm yaş grupları hala o albümleri açıp dinliyor. Efsane diye ben buna derim işte. Kendisinin 1943 doğumlu olduğuna bakmayın, günümüzün çoğu müzisyenine taş çıkaran bir enerjisi var sahnede (konser dvdlerini, videolarından izlediğim kadarıyla). Müziğe bu denli bağlı olmak da böyle bir şey olsa gerek. Hayran olmamak elde değil yani

4 Ağustos 2013 Roger Waters İTÜ stadyumu konserine gidemedim, evet bunun pişmanlığını Malatya'da kayısı pıtlatırken yaşadım, hem de ziyadesiyle. Ama siz Indie May Kill okuyucuları için, konsere giden ve kendisinin müzik arşivine, bilgisine, zevkine hayranlığımı gizleyemediğim arkadaşım B.'den rica ettim; o da beni kırmadı ve konser deneyimlerini bize aktardı. Kendisinin çok iyi bir yazar olduğunu da eklemek istiyorum, gerçekten güzel yazıyor. Şimdi B.'yi sizinle baş başa bırakıyorum.

Tavsiyem; yazıyı okurken arkadan 'The Wall' albümü de açmanızdır. Ben denedim. HARİKA OLUYOR.

Roger Waters 

9 Ağustos 2013

Göğe Bakma Terminali

Hepinize bol gecikmeli merhabalar ve iyi tatiller, izninizle hikayeye başlamadan önce ufak bir hatırlatma yapacağım. Öncelikle geçen yazıdan bu yana yollanan 9 adet(!) muhteşem resim için teşekkürler, ilginiz beni çok sevindirdi. Artarak devam etmesini diliyor ve tekrar ediyorum, Instagram’da #artmaykill etiketiyle yolladığınız fotoğraflardan ilhamla hikayeler yazıyor, hikayeyle birlikte resimleri yayınlıyorum. Yapmayın ama, bu güzel bir şey.

   

Sabahın ilk ışıklarıyla, üstüm başım çamur içinde uyandım.  Yüzükoyun uzanmıştım, neredeyse hiç kıpırdamamışım. Toprak çok serin, çok güzel kokuyor. Başımı kaldırıp mezar taşını görünce keyifle gülümsedim ve bir kez daha gözlerim doldu. Dokuz yıl sonra ilk kez sızmadım ben, uyudum. İlk kez kalbim sıcaktı. İlk kez çaresiz değildim. Çare buldum, çıkar yol buldum. Dokuz yıl sonra seni buldum.

Toprağına tekrar sarıldım. Nasıl belli burada olduğun... Öptüm toprağının yanağını, ağzıma sen tadı geldi. Bunca zaman sana dokunmanın bir yolu olduğunu bilebilseydim... Seni öpmenin... Neyse önemli değil. Şu an önemli değil. Her şeyi unutmaya hazırım.

Yapabildiğim kadar sağıma soluma bakınarak mezarlıktan çıktım. Gerçi kimsenin bana bu ne hal demeye cesaret edebileceğini sanmıyorum. Delilik sevinci var yüzümde, üstümde de çamur. Yine de kendimi arabaya attığımda rahatladım.

8 Ağustos 2013

Kızlar Yollu Erkekler Aygır

Sevgili arkadaşlar MERHABA!

Evet, öküz gibi giriş yaptım çünkü bütünlemelerim 2 ağustos itibariyle bitti ve geçtim nalet olasıca sınıfımı. Pek mesudum kuzum. Yaz tatilim yeni başladı, çeşitli serserilikler yapmayı planlıyorum, haftaya paylaşırım sizinle diye tahmin ediyorum. Şimdi bayram arifesi. Temizlik olsun, bulaşıklar, yemek hazırlamaklar, akraba ziyaretleri olsun hep öyle şeylerle uğraşmaca. Domesticlik’te de yeri gelirse bir dünya markası olabilirim. Yakışıklı erkeklere selam ederim. Kaan’ın Top 10 Yaz Hit’ini açtım bir yandan ufak omuz hareketleri bir yandan da bu haftaki konuyu kafada toparlamaya çalışmaca…

Arkadaşlar güven konusunu ele alasım var ama öncesinde, beni bana cinnet getirten bir Adam’ı anlatacağım size. Arkadaşlarımdan biriyle taa sene başında bir partiye gitmiştik. Bu Adam’ı ben önceden görüp “ne kaa hoş, ne kaa farklı bi diksiyonu var.” falan diye düşünmüş ilgi çekici bulmuştum. Mekanda da karşılaşınca arkadaşıma dedim “haydi bi uğrayalım selam edelim.” yanlarına gittik, selamlaşma, muhabbet “siz de mi partiden sıkıldınız azuhahaah” geyikleri. Kafalar da biraz güzel tabi. Sonra ben bu Adam’ın yanındaki elemanı daha muhabbetli, hoş, sevimli buldum ve arkadaşıma Adam için ”bak ne kadar da iyi hoş çocuk ziyan olmasın iki sohbet et.” dedim. Gecenin devamında bize gidip 101 falan oynadık. Adam’la arkadaşım sabahın ilk ışıklarına kadar muhabbet etmişler, ben biraz erken uyudum o gece. Sonra Adam’la arkadaşım arasında cins bir ilişki başladı. Klasik önce bizim kız ilişki istemedi, zira uzun süreli bir ilişkiden yeni çıkmıştı, sonra kız adım atınca Adam istemedi. Ama bu süre zarfında kamyonlar dolusu sevişildi vesaire.

7 Ağustos 2013

The 20/20 Experience Justin Timberlake Stili


Bundan aylar önce, Suit & Tie'ın Lyric videosunu adeta bir katalog videosu tadında çekip yayınlarken, müzik ile olduğu kadar stil ile de dolu bir dönemin yaklaştığının sinyallerini vermişti aslında Justin Timberlake. 

Albüm öncesi Tom Ford ile görüşüp, ortak tasarımlar yapan Justin, The 20/20 Experience dönemi boyunca kliplerinde ve canlı performanslarında bu tasarımları, ara ara da Tom Ford Spring/Summer 2013 koleksiyonundan parçaları kullandı.


Sizin de yakından takip ettiğiniz gibi takım elbise ağırlıklı bir dönem oldu ancak tabii ki bunlar sıradan takım elbiseler değildi. Tom Ford'un imzası geniş klapalar, oversized papyonlar, parlak ceketler, kuşaklar hatta beyaz altın kol düğmeleri ile dolu bir dönem oldu.

6 Ağustos 2013

Bu Yazın 10 Hit'i

“Malum yaz ayları geldi, herkes tatilde.” diyerek yazıya başlamak çok isterdim. Fakat başta kendi hayatıma sonra da çevremdeki insanların hayatına baktığımda vardığım sonuç; insanlar tatil yapamıyor. Öğrenciler hala sınav (bütünleme) derdinde, çalışanlar ise tatil için uygun zaman bulamıyor ya da maddi sıkıntılar içerisinde. Görüldüğü üzere yaz ayları planları, her zaman planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Tabii ki bir istisnai durum dışında: Müzik.

Müzik sektörü artık öyle bir hal aldı ki, yaz ayına özel şarkı/tekli üretimleri aldı başını gitti. Neredeyse hiç kimse yaz aylarında albüm çıkarma cesaretinde bulunmuyor hatta aksine çoğu şarkıcı, bir ya da iki şarkı ile yaz aylarını “hit” umuduyla geçiştiriyor. Bu durumun, müziğin kalitesini ve müzik sektörünü nasıl etkilediği ise apayrı bir konu. Tabii, bu duruma en çok etki eden faktör de tatil yapma şansı bulan şanslı insanlar.

Yaz şarkıları artık kurtlar sofrasına dönmüş durumdayken, bu yazın hitlerini sıralamak da benim gibi müzik yazarlarına sağlam bir ödev. Ağustos ayına girmemiz ile birlikte rekabetin iyice arttığı müzik sektöründeki hitleri şimdi sıralamaya başlıyorum.

Not: Listeyi oluştururken dikkate aldığım faktörler; dijital dinlenme/indirme sayıları, radyolar, televizyon, tatil yerlerinde çalan şarkılar ve sokaklar.

10. Mustafa Ceceli – Aman: Listenin 10 numarasında yer alan Mustafa Ceceli, “130bmp” olmayan!” yavaş şarkısı ile listede ayrı bir birinciliği üstleniyor. Hit şarkı deyince tabii ki akla ilk olarak hareketli, neşeli, pek bir şey anlatmayan, müzik üzerinden birkaç slogan ile iş yapan şarkılar geliyor. Fakat Mustafa Ceceli, Aman şarkısı ile bu düşüncenin son derece yanlış olduğunun bir ispatı niteliğinde. Tabii ki bu olayı tecrübe etmemizin asıl sebebi Sezen Aksu’nun son yıllarda yaptığı en güzel ve en özgün müziğini Aman şarkısında görüyor olmamız.


9. Atiye – Soygun Var: Atiye başardı. Evet, Atiye güçlü bir çıkış yaptıktan sonra hızla düşen ivmesini bir anda tersine çevirmeyi başardı. Mayıs ayının ortalarında çıkan ve çıkış şarkısı ile aynı adı taşıyan Soygun Var’ı dinlediğim an sevdiğimi çok net hatırlıyorum. Şarkının hit olması ise biraz zaman aldı. Atiye’nin başka bir başarısı da, şarkı böyle bir süreçten geçerken Atiye’nin sabrı ve kolayca yapılabilecek hatalardan kaçınmasıydı. Son olarak şarkının çalıntı olduğu yönünde çıkan haberlere karşı, “keşke insanlar albüm alsalar ve kartoneti okusalar!” diyorum.


3 Ağustos 2013

Hayat, O'nun İçin De Zordu

Sakin, güneşli, ılık bir günün sabahında, sabah güneşinin bin bir rengine bulanmış odasında araladı gözlerini. Büyülü uyku ormanından yavaşça çıkıp, lavanta kokan odasında, yumuşak, pembe çiçeklerden nevresimli, üzeri pamukla doldurulmuş yastıklarla kaplı geniş yatağında buldu kendini. Kuş tüyü yastık kullanmazdı. Hayvan dostuydu çünkü. Ne olursa olsun, hayvanlara zarar vermek istemezdi hiçbir zaman. O da canlıydı ve en az kendisi kadar yaşama hakkına sahipti. Yastıkların arasında yatarken bir yandan da gözleriyle etrafı süzüp, ayağına kokan sivrisineği seyretti. Böcekgillerin en sefil türü olarak bilinen ya da en azından öyle görülen sivrisineği bile öldüremiyordu. Kendini onun yerine koyuyor, kendinden binlerce kat büyük bir yaratık tarafından ezilerek öldürülmenin vereceği acıyı hayal edip, onu öldürmekten vazgeçiyordu. Onun yerine pencereyi açardı gitmesi için. Bu sefer de sinek çıkmaz, aksi gibi yeni sinekler girerdi içeri. Olsundu, hiç olmazsa yalnız kalmazdı sinek, onları öldürmek zorunda kalırsa da yalnızlık hissine kapılmadan ölürlerdi birlikte. Sinek ayağından havalanıp, yatağının yanındaki komodinin üzerine kondu vızıldayarak. Komodin kirli beyaz renginde, İngiliz mobilya tipinde iki çekmeceden oluşuyordu ve yatağına göre oldukça minikti. Üzerine nevresimiyle uyumlu eski tip, pembe bir saat, dünden kalma içinde yeşil çay poşeti ve tarçın çubuğu olan lekeli bir çiçekli pembe bardak, yanında da dün gece saatlerce okuduğu Buket Uzuner’in İstanbullular adlı kitabı vardı. Kitaba bayılmıştı. Kitabın 15 farklı kişinin hayatlarını tek bir noktada birleştiren adeta “büyülü” bir havalimanında geçiyor oluşu onu etkilemişti. Tabii havaalanı büyülü falan değildi. Büyüden kastı kaderdi onun. Oldum olası kadere inanırdı. Rastlantı diye bir şey yoktu. Onun adı kaderdi. İyi ya da kötü, yol açtığı şey her ne olursa olsun, kader kaderdir. Bu fikri ona aşılayan babaannesiydi, en azından o öyle sanıyordu. Annesinin de aynı yapıda düşüncelere sahip olması, onu bu görüşe daha da bağlıyordu. Kitap da bir nevi “kadervari” bir rastlantılar silsilesine dayanmaktaydı ve kitaptaki iki mükemmel karakterin aşkı onu büyülemişti. Heykeltıraş Ayhan ve her genç kadının idol olarak alabileceği Belgin. Ayhan’ın hayat hikâyesinin saflığı, onun hiçbir zaman ulaşamayacağı kadar yetenekli oluşu, onu kıskandırmıştı. Ve geriye kalan 13 karakterin her birinin birbiriyle olan yakın veya uzak bağlantılarını okumak, okudukça şaşırmak onu tüm gece kitap okumaya itmişti. Ah yine şu sinek. Aptal gibi vızıldayıp başını ağrıtıyordu. Ani bir refleksle sineği komodine yapıştıracak ölümcül darbeyi indirdi. Çıkan tahtaya vurma sesiyle ne yaptığını anlayıp, iğrentiyle karışık vicdan azabıyla elini ters çevirdi ve dün geceden beri karnını doyurduğu elini kırmızıya boyamasından belli olan sineğin ölüsüyle göz göze geldi. Hışımla kalkıp banyoya geçti ve elini antibakteriyel sabunla yıkadı. Antibakteriyel sabunların aslında zararlı olduklarını öğrendiğinden beri annesi eve bu sabunlardan sokmuyordu ama son kalan bir şişeyi açmak zorunda kalmışlardı. Elini üç defa yıkayıp sinirle odasına döndü. Nedensiz sinirinin nedeni belki de Ayhan ve Belgin’in her şeyden kolay ilerleyen aşkıydı ya da Ayhan’ın doğuştan gelen yeteneği. Kendi yetenekleri, uğraşları Ayhan’ın büyülü ve bir alana odaklanmış yeteneğinin yanında devede kulak değil tüy bile kalmazdı. Sinirliydi, çünkü elindekilerle yetinmeyen bir çocuktu, elindekilerle yetinmeyen bir genç kız olmuştu. Sinirliydi. Sadece. Sinirliydi. Nefes alış verişleri hızlanmaya başladı. Göğsünün üzerine devasa bir ağırlık çöktü. Bu neydi şimdi. Ah doğru ya, artık sinirlendiğinde bu aptal histerik krizlere tutuluyordu. Aşamadığı aptal bir şey daha! Nefes alamamaya başladı, yutkunamıyordu. Sakinleşmeye çalıştı. Bir kitap yüzünden bu kadar sinirlenmesi normal miydi yoksa sinir hastası olma yolunda emin adımlarla ilerliyor muydu, bilmiyordu. Tek bildiği yaşamaktan çok okumayı tercih etmek istediğiydi. Kitaplarda her şey daha sade, daha berrak ve daha akıcıydı. Kitaplarda her şey daha “kolay”dı. Hayat zordu. Hayat herkes için olduğu kadar onun için de zordu.


Hayat zor olsa da siz “The Rip Tide” kafasından çıkmayın canlar. Kitapla kalın.

Haftanın Şarkısı: Tıkla

Not1:Bu ben değilim.
Not2:Belki de benim.
Not3:Buket Uzuner’den İstanbullular’ı okuyun.
Not4:Yorumlarınızı alayım diyeceğim ama yine kimse yorum yazmayacak. OUF!
Not5:Sinir hastası değilim.
Not6:Upsiii, kendimi ele verdim.
Not7:Şaka, ben değilim.

Mak.

.